2024 Yılı Akademik Makaleleri
– Göç ve Afet İlişkisi: Deprem Göçü
Buket Ökten Sipahioğlu
Özet: İnsanlık tarihi kadar eski olan göç kavramı, insanların çeşitli sebeplerle ülke içinde veya ülke dışında yer değiştirmeleri olarak tanımlanabilir. Göç sebepleri olarak ekonomik, siyasi, sosyal ve çevresel nedenleri saymak mümkündür. Çevresel faktörler günümüzde göçün en önemli sebeplerinden birisi olarak sayılmaktadır. 2022 yılı sonu itibariyle Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından açıklanan uluslararası göçmen sayısı 281 milyon olmakla birlikte, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın devam etmesiyle birlikte bu sayının 300 milyona çok yakın olduğunu söylemek mümkündür. Göç sebeplerinden birisi olan çevresel faktörlerden birisi de depremlerdir. Fay hatlarında bulunan birçok ülke tarih boyunca yıkıcı depremler sonucu yüzbinlerce vatandaşını kaybetmiş ve birçok kişi de göç etmek zorunda kalmıştır. Bu çalışma, bir deprem ülkesi olan ve son olarak 2023 Şubat ayında yıkıcı depremlerle sarsılan Türkiye örneğiyle göç ve afet ilişkisini deprem örneğinden açıklamaya çalışmaktadır. Çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılarak doğal afet ve göç ilişkisi ile deprem sebepli göç sonrası yerleşim bölgelerindeki demografik değişimler araştırılmış ve betimleyici şekilde aktarılmıştır. Çalışma, göç hareketleri dolayısıyla demografik yapının değiştiğine dikkat çekerek ani nüfus değişimine yol açan depremlerin göç etmek zorunda kalan insanlar ve ev sahibi toplumlar için çeşitli sorunlara yol açtığını savunmaktadır.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Göç Krizine İlişkin AB’de Farklılaştırılmış Entegrasyon: Üye Devletler Arasındaki Anlaşmazlıklar
Buket Ökten Sipahioğlu
Özet: Avrupa Birliği’ne (AB) son zamanlarda çeşitli krizler meydan okumaktadır. Brexit, Euro krizi ve göç krizinin yanı sıra; koronavirüs pandemisi ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı gibi küresel sorunlar da AB’yi etkilemiştir. Göç kriz, bir yandan, dikkate değer bir özelliği ile yukarıda belirtilen krizlerden farklıdır. Üye devletlerin ortak bir göç politikası oluşturma konusunda gerçek bir fikir birliği yoktur. Ayrıca, coğrafi nedenlerden dolayı, bazı üye devletler göçmenlere çok daha fazla yük getirmektedir. Göç konusunda anlaşmak, sınır ülkeleri ve göç güzergahındaki transit ülkeler için imkânsız hale getirmektedir. Makale, AB’nin diğer krizlerinden farklı olarak, göç krizinin AB entegrasyonunu şu şekilde güçlendirdiğini savunuyor: üye devletler, AB’nin konuyla ilgili kurumsal değişiklikler yapmasını engellemektedir. Bu çalışma sonuçları, yukarıda bahsedilen diğer krizlerin ise AB genelinde kurumsal değişimi tetiklediğini varsaymaktadır. Bu bilgiler ışığında çalışma, literatür taraması yöntemini kullanarak ve konuyla ilgili araştırmacıların argümanlarını karşılaştırarak, 2015 krizini örnekleyerek göç sorununun üye devletler arasında nasıl bir anlaşmazlık konusu haline geldiğini değerlendirmektedir.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Türkiye-Avrupa Birliği 2016 Göç Mutabakatı: Son Durum ve Güncellenme Tartışmaları
Buket Ökten Sipahioğlu
Özet: 18 Mart 2016 yılında imzalanan Avrupa Birliği (AB)-Türkiye Göç Mutabakatı yedinci yılını çoktan doldurdu. Ancak hali hazırda mutabakat, istenilen sonucu vermekten uzak haldedir. Mutabakatın imzalanmadan kısa süre önce 2015 Göç Krizini deneyimleyen AB, bu tecrübeyi tekrar yaşamamak saikiyle; Türkiye ise uzun süredir sürüncemede olan AB üyeliğine ivme kazandırmak niyetiyle böylesi bir mutabakatı onaylamıştır. Ancak çok uzun süre geçmeden, mutabakatın iki taraf içinde beklentileri karşılamadığı anlaşılmıştır. Türkiye, sınırları içinde yaşayan oldukça fazla sayıda geçici koruma statüsündeki kişiyi misafir etmekte AB’den talep ettiklerini alamadığı gerekçesiyle vazgeçebileceğini sıklıkla dile getirmektedir. Diğer taraftan AB ise, Türkiye’ye verdiği sözleri kendince yerine getirdiğini savunmaktadır. Çıkmaza girmiş gibi görünen bu mutabakatın çift taraflı diplomatik yanlış anlaşılmalar içerdiğini söylemek mümkündür. Durma noktasına gelen Türkiye’nin AB üyeliği konusunun, AB ile Türkiye’nin göç konusunda anlaşma yapma zorunluluğuna etki etmemesi beklenmektedir. Öyle ki, 2011 Arap Baharı sonrası ortaya çıkan göç hareketliliğinde Türkiye ve AB ülkeleri kilit konumdadır. Çalışma, AB-Türkiye Göç Mutabakatının yeniden ve her iki taraf için de gerçekçi bir zemin ile tekrar oluşturulması gerekliliğinin önemini savunmaktadır.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Almanya’da Türkler, Dini Tanınma ve Alevilerin Bir Dini Cemaat Olarak Tanınması
Mahmut Mazlum
Özet: Bu çalışma, Almanya’da yaşayan Türklerin din-devlet ilişkileri sistemine entegrasyonunu incelemektedir. Almanya’da etnik farklılıklara resmi bir tanıma sistemi olmamasına rağmen, çeşitli mezheplerin bir arada yaşadığı tarihsel bir yapı bulunmaktadır. Türklerin kurduğu dini örgütlenmeler arasında yalnızca Almanya Alevi Cemaati (AABF) başarılı olmuş ve eşit haklar elde etmiştir. Diğer İslami örgütler ise hâlâ yeterli seviyede resmi olarak tanınmamaktadır. Çalışma, AABF’nin başarısını açıklamak için yeni bir teorik çerçeve önermektedir. Bu çerçeve, politik fırsat yapıları, izlek bağlılığı ve ulus ötesi bağlantılar gibi dinamikleri bir araya getirerek, Türk örgütlenmelerinin kurumsallaşmasını şekillendirdiğini öne sürmektedir. AABF, ulus ötesi bağların daha zayıf olduğu bir yapıda, yerelleşme ve reform kararlarını hızlıca alarak tanınma sürecini başarıyla tamamlamıştır.
2023 Yılı Akademik Makaleleri
– Göçmenlerin ve yerlilerin finansal karar alma süreçleri: Türkiye’den kanıtlar
Abdullah Selim ÖZTEK, Yaşar Ersan, Güzhan Gülay
Özet: Bu çalışma, Suriyeli göçmenlerin Türkiye’deki yerlilerin finansal davranışları üzerindeki nedensel etkilerini araştırmaktadır. Sonuçlar, göçmenlerin yerlilerin finansal kararları üzerinde genel olarak önemli bir etkisinin olmadığını göstermektedir. Göçmen akınının borsa katılımını teşvik ettiğine dair kesin bir kanıt bulamadık. Araştırmamız doğrudan hisse senedi sahipliğinde veya hisse senetlerine yatırılan servette cüzi bir değişiklik olduğunu ortaya koymaktadır. Tahvil veya fon tutan yerlilerin payında ekonomik veya istatistiksel olarak önemli etkiler gözlemlemiyoruz. Ek olarak, göçmenlerin tahvillere, fonlara ve genel borsaya yatırılan kişi başına servet üzerinde fark edilebilir bir etkisi bulunmamaktadır. Göçmenlerin hisse senetlerine yatırılan servet payında bir artışa sebep olduğunu, ancak fonlara tahsis edilen servet payında buna karşılık gelen bir azalma olduğunu gösteren sınırlı kanıt buluyoruz. Son olarak, göçmenlerin cinsiyete göre etkilerindeki çeşitliliği araştırıyoruz, ancak bulgularımız cinsiyete göre önemli bir farklılık ortaya koymuyor.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Suriyeli ve Ukraynalı Mülteciler Örneği Üzerinden Mültecilere Yönelik Ayrımcılık Ve Etiketleme Üzerine Bir İnceleme
Buket Ökten Sipahioğlu
Özet: Zorunlu göç bağlamında, ’mülteci’ ifadesi, daha önceki mülteci krizi deneyimlerinden ve dünya çapında korkutucu şekilde artan sayıda yerinden edilmiş insandan dolayı çoğunlukla olumsuz konularla ilgilidir. Kriz terimi çoğunlukla olumsuz anlamlar çağrıştırsa da hala çözülmemiş olayları anlamlandırmaktadır. Mültecilerle ilgili sorunlar hala çözüm ve yanıtlar bekler haldedir. Ayrıca, yakın zamanda tecrübe edilen Suriyeli-Ukraynalı mülteciler örneğinde olduğu gibi her mülteci ev sahibi toplumdan aynı yanıtı alamamakta ve aynı haklardan yararlanamamaktadır. Aslında, bazıları ev sahibi topluluklarında ’görünmeyen’ ırk ve etnik kökenlerine karşı ayrımcılığa maruz kalmakta ve gerektiğinde seslerini yükseltememektedirler. Bu anlamda, bu çalışma betimleyici bir yöntemle, mültecilerin nasıl “etiketlendiğine” ve dolayısıyla ırklarına ve etnik kökenlerine göre ayrımcılığa ve farklı muameleye maruz kaldıklarına Suriye ve Ukraynalı mülteciler örneğiyle işaret etmektedir. Buna göre, çalışmanın ana argümanı politika yapıcıların ve mülteci savunucularının, mevcut ‘mülteci karşıtı’ algıyı ve yasanın uygulanmasını değiştirebilmesi veya bir şekilde etkileyebilmesidir.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Sosyal Medyada Nefret Söylemlerinin Etkileri: Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler Örneği
Buket Ökten Sipahioğlu
Özet: Sosyal medya üzerinden nefret söylemlerinde bulunmak, internet kullanımının ve dolayısıyla sosyal medya kullanıcılarının artmasıyla büyük boyutlara ulaşmaya başlamıştır. Özellikle son yıllarda bürokratik boyutta sosyal medya kullanımı bir anlamda sosyal medya diplomasisi kavramını da hayatlarımıza entegre etmiş durumdadır. 10 yılı aşkın süredir Türkiye topraklarında bulunan ve halen çoğu geçici koruma statüsünde bulunan Suriyeli mülteciler, Türkiye’yi en fazla göçmen barındıran ülke konumuna getirmiştir. Ülkelerinde başlayan iç savaş sonrası Türkiye’ye gelen Suriyelilerin birçoğu Türkiye’ye yerleşmiştir. Nüfus yeni doğumlarla sürekli artmakta ve özellikle bazı şehir ve bölgelerde yoğun bir Suriyeli varlığı görülmektedir. Bu gelişmelerle birlikte, göçmen ve mülteci karşıtı söylemler Türkiye’de giderek artmaya başlamış, sosyal medya ise bu söylemlerin yayılması ve bu fikrin örgütlenmesi açısından önemli bir mecra haline gelmiştir. Bu çalışma, betimleyici bir şekilde, göçmenlerin çoğunluğunu oluşturan Suriyeli göçmenlerin sosyal medyada nefret söylemine nasıl maruz kaldığını açıklarken nefret söylemini tanımlamakta ve bu tür söylemlerle ilgili örnekler sunmaktadır.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Nusantara’da Göçmen, Göçebe veya Mülteci Olmak
Ömer Faruk Çıngır ve Thirunaukarasu Subramaniam
Özet: Ulus-devletler altında yerel kültürler evrilmiş ve yeni kavramlar doğmuştur. Göçler ve kültürel etkileşimler dili de etkilemiştir. Böylece “Malay Dünyası”nda farklı göç kavramsallaştırmaları gelişmiştir. Dil sadece ekolojik ve coğrafi çevrenin bir ürünü değil, aynı zamanda insan hareketlerinin ve kültürel etkileşimlerin de bir sonucudur. Çeşitli “Malay Dünyası” kavramsallaştırmalarının neden olduğu farklılıklar da farklı etkileşimler, tarihler ve sosyal gerçekliklerle ilgilidir. “Malay Dünyası”nda, Malay Dili ve Endonezya Dili, İngiliz hegemonyası tarafından tehdit edilmektedir. Bu noktada, bu karşılıklı ilişkileri göstermek, kültür ve sosyal gerçeklik arasındaki yerel kültürel ilişkileri anlamaya ve yeniden yorumlamaya yardımcı olmaktadır. Bu çalışmada da Endonezya ve Malay dillerindeki farklı göç kavramsallaştırmalarını eleştirel söylem analiziyle incelemekte ve farklı diller ve kavramsallaştırmalar arasındaki ilişkiler tartışılmaktadır.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Reflections of ‘European Islam’ Discourse to Germany and Recognition of Turkish-Islam
Mahmut Mazlum
Özet: Bu makale, Türk-İslam’ın Avrupa’daki, özellikle Almanya’daki tanınma sürecini incelemekte ve Türk göçmenler ile onların dini kurumlarının bu süreçteki rolüne odaklanmaktadır. Mevcut tanınma krizini, Avrupa İslam diskurunun etkileri çerçevesinde ele alan çalışma, tarihsel kurumsal bir perspektif benimsemektedir. Analiz, birleşik bir Müslüman platformu eksikliği, İslami kuruluşlardaki yapısal verimsizlikler ve İslam’ın politikleştirilmesi gibi engelleri belirlemekte; buna ek olarak, bu kuruluşların kuruluş süreçlerinde ortaya çıkan transnasyonel bağlantıların, tanınma konusundaki zorlukların temel nedeni olduğunu vurgulamaktadır.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
2022 Yılı Akademik Makaleleri
– Suriyeli Mültecilerin Yerli Aile Oluşumu Üzerindeki Etkisi: Türkiye’de Evlilik ve Boşanma Eğilimleri
Abdullah Selim ÖZTEK
Özet: Suriye iç savaşı sonrası Türkiye, ciddi boyutta bir göç dalgası ile karşı karşıya kaldı. Bu durum, Türkiye’yi, dünyada en fazla mülteci barındıran ülke konumuna getirdi. Mülteci nüfusun yarattığı ekonomik yükün yanı sıra çeşitli saha araştırmaları, Türkiye vatandaşlarının mülteciler hakkında genel olarak olumsuz bir algıya sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Suriyelilerin yerli aile yapısına olası etkisi bu olumsuz algının içinde önemli bir yer tutmaktadır. Yerli halk Suriyeli mülteciler kaynaklı boşanma artışlarından ve yerli halkın evlenme oranlarındaki azalmadan endişe duymaktadır. Bu çalışma, Türkiye’nin farklı bölgelerindeki boşanma/evlenme oranlarını karşılaştırarak, Suriyeli mültecilerin boşanma ve evlenme oranlarına etkisini incelemektedir. Suriyeli mültecilerin ülke içerisindeki dağılımı oldukça heterojendir. Suriye sınırına yakın iller ve görece gelişmiş şehirler önemli sayıda Suriyeliye ev sahipliği yaparken, sınır illerine komşu diğer şehirlerde ve sınıra uzak şehirlerde nüfusa oranla çok az Suriyeli yaşamaktadır. Çalışma, mülteci yoğunluğunun yüksek olduğu şehirlerde, daha az mülteci bulunan şehirlere kıyasla boşanma/ evlenme oranlarında bir değişiklik olup olmadığını kontrol etmektedir. Mültecilerin şehir seçimi içsellik problemine neden olmaktadır. Çalışma, bu problemi çözmek amacıyla mesafeye dayalı bir araç değişken kullanmaktadır. Yapılan analiz, mültecilerin boşanma veya açılan boşanma davaları üzerinde mevcut trendi olumsuz yönde değiştirici bir etki yapmadığını göstermiştir. Fakat, mültecilerin resmi evlilik sayılarına sınırlı bir olumsuz etki yaptığı gözlenmiştir. Suriyeli mültecilerin oranındaki %1’lik bir artış, resmi evlenme sayılarında %0.03’lük bir azalmaya sebep olmaktadır.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Küresel İklim Değişikliğinin Bir Sonucu Olarak İklim Göçü
Buket Ökten Sipahioğlu
Özet: İnsanlık tarihi boyunca devam etmiş ve hali hazırda devam etmekte olan göç olgusu, insanların ülke içi veya dışında çeşitli sebeplerle yer değiştirmesi olarak tanımlanmaktadır. İnsanlar, göç ederken esas olarak yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlamakta; bazen bu amaç ekonomik olarak daha iyi şartlara ulaşma şeklinde kendini göstermekte bazen de savaş ya da çatışma ortamından kaçma şeklinde olmaktadır. Literatürde göçle birlikte belki en çok anılan ekonomik zorluklar ve savaş/ çatışma durumları olsa da iklim değişikliğinin yol açtığı göç hareketleri göç çalışmalarında kendisine sıklıkla yer bulur hale gelmiştir. Dünya Bankası’nın öngörülerine göre 2050 yılı itibariyle iklim değişikliği sebebiyle 216 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kalabilecektir. Ekonomi ve Barış Enstitüsü (IEP)’ne göre ise önümüzdeki 30 yıl içinde 1,2 milyar insan ekolojik tehditlere karşı yerlerinden edilme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu bilgiler ışığında çalışma, küresel iklim değişikliği ile literatüre giren iklim göçünü ve çevresel faktörler sebebiyle yer değiştirmek durumunda olan insanlarla ilgili tartışmaları ele almaktadır.2021 yılında gerçekleşen son İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP26) da ele alınarak iklim göçünün küresel bir krize sebep olmasını engelleyebilecek olası önlemler çalışmada tartışılmaktadır. Bu kapsamda çalışmanın argümanı iklim değişikliğine bağlı iklim göçünü kontrol altına alma ve tehlikeli boyutlara gelmeden engelleme anlamında küresel ve ortak bir çözüm bulunamadığı, hükümetlerin ulusal çıkarlarına yönelik hareket ettikleridir. Çalışma bu kapsamda nitel araştırma yöntemlerinden literatür taramasını kullanmaktadır.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Zorunlu Göçe Hegemonik İlişkiler ve İnsan Hakları Bakışı
Buket Ökten Sipahioğlu
Özet: Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana sığınmacılar, mülteci akışları ve yerlerinden edilmiş insanlar dâhil olmak üzere zorunlu göçmenlerin sayısı önemli ölçüde artmıştır. Ülke içinde ve uluslararası alanda yerinden edilmiş milyonlarca insan ‘mülteci’ olarak kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre, 2021 yılı sonu itibarıyla silahlı çatışma, yaygın şiddet, insan hakları ihlalleri ve yoksulluk gibi sebeplerle 89,3 milyon insan zorla yerinden edilmiş durumdadır. Konuyla ilgili araştırmalar, bazen, durumun ‘insancıl’ tarafına odaklanmaktan yoksundur. Bu çalışma insan hakları perspektifinin, zorunlu göç çalışmalarında yer alması gereken temel perspektiflerden birisi olduğunu savunmaktadır. Devletler, uluslarüstü̈ kurumlar ve uluslararası kuruluşlar, bu savunmasız insanları ‘koruma’ rolüne sahiptir. Hegemonik ilişkilerin engeli olarak, yardım kuruluşları ve ilgili uluslararası organizasyonlar ne yazık ki insan haklarının korunması konusunda bazen pasif halde kalmaktadır. Bu sorunun çözümü̈ için devlet, uluslararası organizasyonlar ve ulusüstü̈ yapılanmalardan destek almak kaçınılmazdır. Bu minvalde çalışma, zorunlu göç çalışmalarının hegemonik ilişkilerin toplumsal eleştirisine güçlü̈ bir şekilde dâhil olduğunu iddia etmektedir. Zorunlu olarak yerlerinden edilen insanların haklarının korunması için çeşitli mekanizmalar olsa da kalıcı çözümler bulmak hala büyük bir zorluk teşkil etmektedir.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Malezya’da Foucaultcu Biyopolitika, Düzensiz Göçmenler ve COVID-19
Ömer Faruk Çıngır ve Thirunaukarasu Subramaniam
Özet: Bu makale, Malezya’daki göç sürecinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla COVID-19 salgını sırasında düzensiz göçmenlere karşı uygulanan yönetimsellik tartışılmaktadır. Bu makale, devletin göçmen bedenleri üzerindeki uygulamalarını açıklamak için Foucaultcu biyopolitikayı teorik bir çerçeve olarak kullanmaktadır. İlk olarak, Güneydoğu Asya ve Malezya’daki düzensiz göçün genel bir resmini sunmakta; ikinci olarak, pandeminin etkilerini özetlemekte; ve son olarak, düzensiz göçmenlerin ve bu dönemde maruz kaldıkları uygulamaların genel bir görünümünü sunmaktadır. Bu çalışma, tartışmacı ve açıklayıcı bir nitel araştırma tasarımını ve göçmenlerle ilgili sivil toplum raporlarını, resmi istatistikleri, üçüncü taraf kuruluşlar tarafından üretilen bildiri ve makaleler ve uzmanlarla yapılan görüşmeleri gibi veri toplama tekniklerini içermektedir. Son olarak, düzensiz göçmenlerin yönetimindeki temel sorunları, sosyal düzenlemeleri ve kurumsal dinamiklerin rasyonalitesini anlamak için yorumsamacı bir paradigma içinde post-yapısalcı bir perspektif benimsemektedir. Temel bulgular, Malezya’da düzensiz göçmenlere yönelik artan insan hakları ihlallerinin biyopolitik bir zihniyetten kaynaklandığını göstermektedir.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Güneydoğu Asya’da Göçmen İşçilerin İnsan Hakları İhlalleri
Ömer Faruk Çıngır
Özet: Güneydoğu Asya ülkeleri, dünyanın en büyük göçmen işçi yoğunluklarından birini barındırmaktadır; dolayısıyla, özellikle COVID-19 salgınından en ciddi şekilde etkilenen gruplardan biri olan göçmen işçilerin hakları meselesi önem kazanmaktadır. İnsan hakları temelli bir bakış açısıyla yazılan bu bölüm, ilk olarak Güneydoğu Asya’daki göç eğilimlerini ve göçmen işçilerin konumunu, ardından ev sahibi ülkeler tarafından alınan politikaları ve göçmenlerin tek tek devletler tarafından nasıl düzenlendiğini incelemektedir. Daha sonra Güneydoğu Asya’daki göçmenlere yönelik insan hakları temelli yaklaşım tartışılmakta ve COVID-19’un etkilerine genel bir bakış sunulmaktadır. Sonuç olarak, okuyuculara insan hakları temelli göç yönetişiminin bu tür küresel krizler sırasında toplum için ne kadar önemli ve ortak fayda sağlayan bir yapıda olduğunu hatırlatırken, aynı zamanda göçmenleri haklarını görünür kılmayı amaçlamaktadır.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
– Misafirperverlik ile Hemşehrilik Arasında: Türkiye’de Belediyelerin Yabancılara Yönelik Hizmet Sunumu
Can Giray Özgül ve Melda Arslan
Özet: Türkiye her dönemde göç hareketlerinin yöneldiği coğrafyalardan biri konumundadır. Son 10 yıldır kitlesel akınla gelen ve geçici koruma statüsü altında bulunan 3,5 milyondan fazla Suriye uyruklu yabancının yanında farklı statülerdeki diğer yabancılar da eklendiğinde hâlihazırda 5 milyondan fazla yabancı bugün Türkiye’de yaşamaktadır. Çalışmada Türkiye’ye gelen kişiler, statüleri bakımından ayrım gözetilmeden “yabancı” çatı kavramı altında değerlendirilmektedir. Çalışmayı önceki çalışmalardan ayıran özgünlük, Türkiye’de belediyelerin göçmen, düzensiz göçmen, sığınmacı gibi herhangi özel bir statüde daraltmadan tüm yabancılara sunduğu hizmetleri geniş çaplı incelemesidir.Belediyeler, vatandaşların ihtiyaçları için kurgulanmış yönetim birimleri olsa da kentlerde yaşayan yabancılara da kaçınılmaz olarak hizmet sunmaktadırlar. Araştırmanın temel hipotezi, Türkiye’de belediyeler tarafından sunulan hizmetlerin kentte yaşayan yabancıların statüsüne, uyruğuna, kentin bulunduğu yerin sosyoekonomik özelliklerine göre değişiklik göstermesi ve belirli bir standardının bulunmamasıdır. Bu kapsamda, çalışmada belediyelerin yabancılara sundukları hizmetler, Türkiye’de bulundukları farklı statülere ilişkin veriler analiz edilerek ele alınmaktadır. Yabancıların yoğun şekilde yaşadıkları büyükşehirler ile bazı ilçe belediyelerinin kurumsal yapıları, internet sayfaları, faaliyet raporları içerik analizi yöntemiyle incelenmektedir. Hizmet sınırların belirginleşmesi için yabancılarla sıklıkla etkileşim halinde olan 10 büyükşehir belediyesi ve 11 büyükşehir ilçe belediyesi incelenerek mevcut durumu tespit edilmeye çalışılmaktadır. Buradan hareketle kentsel alanda yabancılara yönelik kamu hizmetlerinin sunumunda bir model önerisi geliştirilmektedir.
Makalenin tamamına erişmek için tıklayınız.
2021 Yılı Akademik Makaleleri
– Mülteciler ve Kayıtdışı İşgücü Piyasası: Türkiye Örneği
Abdullah Selim ÖZTEK
Özet: Makale, Suriyeli mültecilerin Türk yerlileri üzerindeki işgücü piyasası etkilerini analiz ediyor. Sonuçlar, yerli istihdam üzerinde olumsuz bir etki olmadığını, ancak işgücü piyasasında kompozisyonel bir değişiklik olduğunu gösteriyor. Öte yandan, idari verilerle doğrulanan kayıtlı istihdam üzerinde olumlu etkilere dair kanıtlar var. Cinsiyete göre, sonuçlar sistematik bir şekilde farklılaşmaktadır. Erkekler için kayıtlı istihdamda artış olurken, kayıt dışı istihdam azalmaktadır. Sonuçlar kadınlar için tam tersi. Kayıtlı istihdamda bir azalma var, ancak kayıt dışı kadın istihdamında önemli bir değişiklik yok. Bu sonuçlar, mültecilerin kayıtlı istihdamda kadınların ve kayıt dışı iş gücü piyasasında ise erkeklerin ikamesi iken, kayıtlı işgücü piyasasında erkek işçilerin tamamlayıcısı olduklarını göstermektedir.
– Türkiye’de Biyopolitika ve Göç: Iraklı Mülteciler Örneği
Ömer Faruk ÇINGIR, Ramazan ERDAĞ
Özet: Bu çalışmada Türkiye’deki Iraklı Mülteciler örneği üzerinden biyopolitika ve devlet ilişkisi irdelenmeye çalışılmıştır. Bu noktada öncelikle devletin dönüşümü, yönetimselleşmesi ve siyasal kavramı sosyolojik olarak incelenmiş, biyopolitika kavramının gelişimi ve kavram üzerindeki farklı tanımlar ve tartışmalar değinilmiştir. Özellikle Foucault’nun biyopolitika yaklaşımı göçmenler açısından incelenmiştir. Biyopolitika kavramının göç uygulamaları içerisindeki yeri, göçmenlere karşı uygulanan biyopolitik önlemler ve göç-biyopolitika ilişkisi tartışılmıştır. Ayrıca Türkiye’deki göç uzmanları ve Iraklı Mültecilerle gerçekleştirilen mülakatlardan elde edilen sonuçlar ile çalışmadaki analizler karşılaştırılarak Türkiye’de halihazırda uygulanmakta olan göç uygulamaları ve müktesebatı tahlil edilmeye çalışılmıştır. Çalışma post-pozitivist ve yorumsamacı bir paradigmayla kavramları ele almakta ve göç konusunda literatüre disiplinlerarası bir yaklaşımla farklı bir bakış açısı sunmayı amaçlamaktadır.